Yıllar önce Brad Pitt'le birlikte rol alacağı bir filmin ardından oyunculuğu bırakacağını, çocuklarına vakit ayırmak istediğini söylemişti Angelina, ve ne yazık ki bu kararında kesin olduğunu yeni bir açıklama yapmasıyla öğrendik. Brad Pitt'le kamera karşısına geçtiği http://sinemadvdde.blogspot.com.tr/2014/07/angelina-jolie-ve-brad-pitt-yeniden.html linkteki filmin çekimleri çoktan başladı ve ardından Angelina'nın "oyunculuğu bırakıyorum" haberi geldi. Salt 2'de rol alacağını ve üzerinde yıllardır çalıştığı bazı film projeleri olduğunu, bunlardan sonra oyunculuk kariyerini sonlandıracağını, yönetmenlik kariyerine odaklanacağını dile getirdi. "Kamera önünde hiçbir zaman kendimi rahat hissetmedim. İlgi merkezi olmayı ve kamera önünde bulunmayı sevmiyorum. İyi filmler çekebileceğimi düşünüyorum. Çünkü yönetmen koltuğunda kendimi daha rahat ve mutlu hissediyorum." diye konuşan Angelina her ne kadar kendini kamera önünde rahat hissetmese de bunu filmlerinde bizlere yansıtmadığı kesin. Girl İnterrupted'daki, Gia'daki oyunculuğunu kendini rahat hissetmezken yaptıysa rahat hissetse daha ne kadar fazla, sinema dünyasının gözbebeği olabilirdi? Ekranın unutulmayacak yüzlerinden Jolie. Şimdilerde önüne geçen isimler olsa da bir zamanların "güzellik" denilince ilk akla gelen ismi. Yıllarca "Dünya'nın En Güzel Kadını" unvanı layık görülmüş bir aktris. 90'lar gençliğinin Lara Croft Tomb Raider'ı.
Tomb Raider, Wanted, Salt, 60 Saniye...
Aksiyon Filmi denilince muhtemelen akla ilk gelen Aktris Angelina Jolie. Aksiyon filmlerine bu denli yakışmak konusunda aktrisler arasından, Angelina'nın yanına yaklaşan bir isim bile olmadı henüz. O Lara Croft rolünü bıraktıktan sonra Tomb Raider hala çekilemedi. Yıllardır yeni başrol arayışı içindeler diye duyuyoruz. Kimler sayılmadı yeni Lara Croft'un yerine: Megan Fox, Mila Kunis... Yıllar geçti ama duyduğumuz isimler söylentide kaldı. Hiçbiri Angelina'nın yerini doldurmazdı çünkü. Angelina kadar Lara Croft olamazlardı.
2010 yılında Turist filminde rol aldıktan sonra 4 yıl süren bir özleme bıraktı ekranlardaki yerini. Bu 4 yıl içinde sinemadan uzak kalmadı, yönetmenlik yaptı; "Kan ve Aşk" filmi ile. Ancak yüzünü ve oyunculuğunu fazlasıyla özletti. Ve 4 yılın ardından 2014'de Maleficent (Malefiz) ile ekranlara geri dönüşüyle ilk haftadan sadece ABD'de $69,431,298 hasılat elde etmesinden ekranlarda ne kadar özlendiğini daha iyi anladık. Şüphesiz ki oyunculuğu bıraktığında yeri doldurulamayacak ve sinema sanatı yaşadığı sürece hep adı anılacak unutulmaz bir aktris. Angelina'nın yönetmenliğini yaptığı 26 Aralık'da vizyona girecek filmin bilgisine bu linkten ulaşabilirsiniz: http://sinemadvdde.blogspot.com.tr/2014/11/angelina-jolie-yonetmenliginde-yeni-bir.html
Gladyatör, Akıl Oyunları, Noah gibi filmlerin başrolünden tanıdığımız başarılı oyuncu Russell Crowe bu defa yönetmen koltuğunda. Film"The Water Diviner", Türkçe vizyon adıyla; "Son Umut".
Russell Crowe yönetmenliğini yaptığı filmde aynı zamanda başrolü de oynuyor. Çanakkale Savaşı'ndan sonra kaybolan 3 çocuğunu bulmak için Türkiye'ye gelen bir Avustralyalı çiftçi rolünde. Filmde yer alan Türk isimler ise şöyle: Oyunculardan;
Cem Yılmaz "Jemal" rolünde
Deniz Akdeniz "İmam" rolünde
Yılmaz Erdoğan "Hasan" rolünde
Birol Tarkan Yıldız "Türk Subayı" rolünde
Fatih Uğurlu "Ömer'in Adamı" rolünde
Yunus Emre Soğukkanlı"Ömer'in Adamı" rolünde
Ümit Demirbaş"Ömer'in Adamı" rolünde
Özcan Özdemir "Asker" rolünde
Yapımcılardan;
Ali Akdeniz
Castingden;
Pınar Çelik
Sanat Yönetmenlerinden;
Çağrı Aydın
Yardımcı Yönetmenlerden;
Melisa Kurtay
Dünyaca ünlü bir oyuncunun ilk yönetmenlik filmi muhtemelen ses getirecek ve böyle bir filmde Türk sinemacıların yer alması sevindirici. Filmin vizyon tarihi: 26 Aralık 2014
Oyuncular: Bette Davis, Marilyn Monroe, Anne Baxter, Gary Merrill
Vizyon Tarihi: 1951
Bugüne kadar 10 Kez Oscar Ödülüne aday gösterilmiş sadece üç aktris var: Katherine Hepburn ve Merly Streep ile beraber; BETTE DAVİS. Orjinal ismi "Academy Award of Merit" olan Oscar Ödüllerine bile Oscar isminin verilişinin Bette Davis ile başladığıyla ilgili bir söylenti var günümüzde. Bu söylentiye göre Bette Davis, Akademi Ödülü olan heykelciği alırken heykelciği ilk kocası Harmon Oscar Nelson'a benzetmiş ve o günden sonra Akademi Ödülleri, Oscar Ödülleri ismiyle verilmeye başlanmış.
Bette Davis'li All About Eve ise 23.Oscar Ödüllerinde 14 dalda ödüle aday gösterilmiş ve bunların 6'sında Oscar kazanmış bir yapım. Ayrıca 4 kadın oyuncusunun birden Oscar'a aday gösterildiği, oyunculukları sıkılmadan izlenecek başarıda bir film All About Eve. Siyah beyaz çekimleri olan, günümüz filmlerinin filmin önüne geçen kurtarıcı soundtracklerine sahip olmayan, ama buna rağmen günümüz filmlerini hala ezip geçebilecek güçte olan bir film. Şüphesiz bunda oyunculukların etkisi çok büyük. Bette Davis'i izlemek anlatması zor bir keyif.
All About Eve filmine ve başrol oyuncusu Bette Davis'e olan hayranlık günümüzde ünlü yönetmenlerde bile bulunuyor. Şimdilerde sinemasına bizlerin hayranlık duyduğu Pedro Almodovar'ın, Romy Schneider ile Bette Davis'e armağan ettiği filmi Todo Sobre Mi Madre'yi izlerseniz All About Eve sahneleriyle başlayan bir açılışla (aşağıdaki videoda bulunan sahne) ve başrol oyuncusu Huma'nın Bette Davis göndermesiyle karşılacaksınız: "Sigara içmeye Bette Davis'e benzemek için başladım. 18 yaşımda baca gibi tüttürüyordum..."
All About Eve'nin spoilerlı içeriğini anlatmaya geçmeden önce, bu filmin repliklerine kadar tiyatro içeren bir film olduğunu söylemek istiyorum. Tiyatroya ve sinemaya ilgisi olan herkesin izlemesi gereken bir film. Biraz da Bette Davis'in film dışında gerçek hayatında bir yorumunda dediği gibi:
''Hollywood'da insanların en iyi rol yaptığı yer partilerdir." Sahnedeki oyunculuğun sahnede kalmadığını, samimiyetsizliği, hırsı izleyeceğiniz bir film. Biraz da komedi. Güldürebilecek replikler de oldukça mevcut filmde.
SPOİLER İÇEREN İNCELEME:
Filmde Bette Davis, Margo Channing rolünde. Kariyerinin zirvesinde bir tiyatrocu.
Margo Channing rolünde Bette Davis
Sigara içişi ve alaycı tebessümüyle aklınıza kazınacak bir karakter. Huysuz, ama bu huysuzluğunun sebebi; gerçekçiliği. Kendini oyunculuğa, kariyerine çok kaptırmışken kadınlığını ihmal ettiğini düşünen bir aktris. Öyle ki kariyeri, sevdiği adam ve kadınlığı ilişkisinde şu sözleri söylüyor:
" Bir kadının kariyeri tuhaf. Daha hızlı gitmek için yolda bıraktığın şeyler. Tekrar kadın olmaya dönüce yine onlara muhtaç olacağını unutuyorsun. Bu bütün dişiler için ortak bir kariyer, beğensek de beğenmesek de. Kadın Olmak. Er ya da geç, o işte çalışmalıyız. Kaç başka kariyerimiz olsa da ve olmasını istesek de. Ve son analizde; yemekten önce veya yatakta dönünce bakıp onu göremedikten sonra hiçbir şeyin önemi yok. O olmadan kadın değilsin. Bir defter dolusu gazete küpürüsün, ama kadın değilsin. Perde yavaşça kapanır. Son."
Yakın arkadaşı Karen bir gün Margo'nun yanına kulise doğru giderken, Margo'nun tüm filmlerini ayakta izlediğini söyleyen Eve adında bir kızla tanışıyor. Onun bu hayranlığını görmezden gelemiyor ve Margo'yla tanıştırmak için kulise götürüyor. Eve kulis kapısının dışında beklerken içeride geçen diyaloglarda Joseph L. Mankiewicz tarafından yazılanBette Davis'in replikleri yine oldukça etkileyici. İmza almak için toplanan hayranlara yaptığı benzetmeleriyle Margo Channing karakterini nasıl da özgün kılıyor: "İmza delileri. İnsan değil bunlar. Sırtlanlar gibi grup olarak dolaşan hayvanlar. Onlar kimsenin hayranı değil. Islahevlik insanlar. Onlar kimsenin seyircisi değil. Ne bir oyun, ne de bir film görürler. İçerde yeteri kadar kalmazlar." Margo aynı zamanda güldürebilen sempatik de bir karakter. Filmin ortalarına kadar yer alan, ama daha sonra gözükmeyen yardımcısı da en az kendisi kadar sempatik. Eve, kulisten içeriye girdiğinde ve Margo'yla tanıştığında Margo'nun "Bu da sevgili dostum ve yardımcım Bayan Birdie Coonan." demesi üzerine yardımcısı "Ah tanrım! Böyle olduğu zaman bir anda Hamlet'in annesini oynamaya başlar" diyor Margo için, bunun üzerine güldürüyor ve düşündürüyor; bir insan başarılı bir oyuncuysa rolü sahnede bırakır mı ki? Yoksa gerçek hayatına da uygular mı? Zaten film tamamen bunu gösteriyor bize. Başta Margo'nun hayranıymış rolü yaparak içlerine sızan Eve, Margo'yu adım adım izliyor, hayatının rolünü Margo ve Margo'nun arkadaşlarına yaparak tüm sinsiliğiyle sahnelere geçiyor, Margo'nun döneminin bitişini hızlandırıyor ve Eve dönemini başlatıyor. Eve rolündeki Anne Baxter'ın oyunculuğu da o kadar başarılı ki Eve rolüyle bütünleşmiş sanki, bu filmden sonra bir daha sevilebilmiş mi insan merak ediyor...
Eve rolünde Anne Baxter
Margo Eve'deki tersliği zamanla fark ederken yardımcısı Birdie dışında herkes Eve'i savunuyor. Genç, güzel ve zeki bir kadının erkekleri kandırabileceğini, ama bir kadını kandırmasının mümkün olmadığını görüyoruz filmde. Margo, kendisinin çıkışlarını anlamayan, eve hakkındaki bu çıkışlarına "paranoya" diyen ve Eve'i masum bir çocuk olarak gören sevgilisi Bill'e; " Kadın olmadığın çok açık. Ama ben bir kadınım" diyerek bu durumu özetliyor: Kadınlarda erkeklerden farklı bir durum vardır: Kadınsal Hisler. Bir kadın başka bir kadının samimiyetsizliğini hissedebilirken; bir erkek, bir kadının sahte samimiyetine kolaylıkla kanabilir. Bir kadının timsah gözyaşları ancak bir erkeği kandırabilir... All About Eve buna güzel bir örnek.
Marilyn Monroe'un ise filmde çok ufak birkaç diyalogdan ibaret rolü var. Sanat için değil şöhret için oyunculuk seçmelerine katılan, zengin bir erkeğin yanında taşıdığı saf kadın rolünde. Filmin sonu ise bağlanabilecek en güzel şekilde bağlanmış, Eve'in de yanına gelen hayranıyla ve hırsını belli edişiyle, aynı şeylerin Eve'in de başına geleceğini anlıyoruz. Karma etkisini haklı çıkaran bir final. Bizi sanata sürükleyen sanatçılar... Bir Eve hikayesinden çok Margo hikayesi bu.
Son olarak Margo Channing'in dediği gibi: Eve evil, little miss evil. Sinemanın en şeytan karakterinin hikayesi; All About Eve...
Pedro Almodovar, Xavier Dolan, Darren Aronofsky, Steven Speilberg ve daha birçokları... erkek yönetmenler. Neden böylesine isim yapmış ünlü kadın yönetmen pek yok derken, gelecek vizyondaki filmler arasında bir kadın yönetmen ismi görmek merak uyandırıyor.
Filmin yönetmeni Melisa Önel, ve "Kumun Tadı" ilk uzun metrajlı filmi.
Yayınlanan ilk fragmandan konu üzerine bir şey anlaşılmıyor, ancak çekim o kadar özgün ki "bu filme yönetmenliği izlemek için gidilir" dedirtiyor. Sinema tutkunuysanız, farklı teknikler görmek istiyorsanız, kameranın özgün kullanış şekli sizde hayranlık uyandırabiliyorsa ve bu farkları görebilecek bir sinema izleyicisiyseniz tatmak gereken bir film gibi görünüyor. Alışık olduğumuz çekim açıları yok, özgün ve izleme isteği uyandıracak farklılıkta.
Filmin müziklerinde de alışılmışın dışında bir yol izlenmiş. Melisa Önel, bir röportajında; filmin müziğinin ses tasarımıyla karışmış olduğunu, filmin müziklerinin zaman zaman atmosfer sesleriyle karışmasının en başından beri istedikleri bir şey olduğunu, hedeflenen şey bir atmosfer filmi olduğu için, gerçekliğe de yüzde yüz bağlı kalmamayı tercih ettiklerini ve bunun çok yaratıcı bir süreç olduğunu söylüyor.
Filmin İngilizce senaryo ismi "Seeburners" ise aslında İngilizcede var olan bir kelime değil, ancak Afrika edebiyatında; deniz aracılığıyla bir kıtadan bir kıtaya geçerken üzerlerindeki kimliklerini ve nerden geldiklerine ait tüm belgeleri yaktıkları bir süreç anlamı taşıyor.
6-16 Şubat 2014 tarihleri arasında yapılan 64. Berlin Film Festivali’nde dünya
galasını gerçekleştiren Kumun Tadı'nın Türkiye Vizyon Tarihi:21 Kasım 2014
Savaş bölgelerini - mülteci kamplarını ziyaretleri, savaş bölgelerindeki tecavüz olaylarına karşı mücadelesi, savaş mağdurlarına ve yoksul-sömürü ülkelere yardımlarıyla da oyunculuğu kadariyi tanınan, geçtiğimiz günlerde bu nedenlerden dolayı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalyelik ünvanı verilen Angelina Jolie, Bosna Savaşını konu alan"Kan ve Aşk" filminin ardından"Unbroken" ile ikinci kez yönetmen koltuğunda. Film Laura Hillenbrand'ın kaleme aldığı "Unbroken: A World War II Story of Survival, Resilience and Redemption" adlı kitaptan uyarlama. Gerçek bir yaşam öyküsünü konu alıyor. "Louis Zamperini" adlı Amerikalı bir koşucunun yaşam öyküsü: Zamperini, Adolf Hitler'in kendisiyle tanışmak istediği, döneminin çok ünlü bir koşucusudur. İkinci Dünya Savaşı sebebiyle o yılki Olimpiyatlar iptal edilir ve zamperini savaşta gönüllü olarak görev alır. Fragmanda da gördüğümüz üzere gerçekleşen bir uçak kazası sonrası arkadaşlarıyla Pasifik'te mahsur kalır. Okyanus'da verdikleri 47 günlük yaşam mücadelesi sonrası düşman taraf olan Japon Deniz Kuvvetleri tarafından bulunurlar ve işkenceye maruz kalırlar...
Unbroken film çekiminden bir kare
Önceki yönetmenliğini yaptığı film; Kan ve Aşk ile ağır eleştirilere maruz kalmıştı Angelina Jolie. Tecavüz sahnelerinin rahatsız ediciliğinden yakınanlar olmuştu ki oysa Angelina'nın yaptığı hasılat uğruna savaş filmi çekmek değil, savaş karşıtı biri olarak ve savaş mağdurları konusunda çok duyarlı biri olarak savaşın tüm sertliğini gözler önüne sermeye çalışan gerçekci bir savaş filmi onun yaptığı. Angelina belki de savaşın hissettireceği duyguları seyirciye en iyi yansıtacak, hissettirecek yönetmen. Uzun yıllardır savaş mağdurlarının içlerine girmiş, onlarla bire bir konuşmuş, yaşadıklarını paylaşmış biri. Yani işin ustasından izleyeceğimiz bir film Unbroken.
Angelina Jolie'nin savaş mağdurlarını ziyaret ettiği anlardan biri.
Henüz film vizyona girmese de fragmanında japon askerin "harder" diye bağırararak Amerikalı gönüllü askere daha sert vurulmasını istediği sahnelerden ve zaten japon deniz kuvvetlerinin bir Amerikalı askere yaptığı eziyeti içeren konusundan anlaşılıyor ki; yıllarca Amerika'yı kötü gösteren ve Japon mağduriyeti algısını yerleştiren İkinci Dünya Savaşı sonrası Hiroşima'ya Amerika tarafından Atom Bombası atılması olayına yoğunlaşmak yerine Amerikalı bir askerin mağduriyeti üzerinden film çekerek savaş sırasında her iki tarafın da acımasız olduğunu göstermek istemiş Jolie. Savaşlarda tek bir suçlu yok, tek bir mağdur yok. Savaş, her iki taraf için de kötü durumlar yaratıyor. Filmin Türkiye vizyon tarihine gelecek olursak: İmdb'de 26 Aralık 2014 olarak açıklandı.