Oyuncular: Vera Vitali, Ellen Dorrit Petersen, Henrik Rafaelsen
Vizyon Yılı: 5 Eylül 2014
Görüyorken, görme yetinizi kaybettiğinizi düşünün: Görmeyi sağlayan sinirlerinizin yetisini tamamen kaybetmesiyle, gördüklerinizin hatırasını görüntüsünü de zamanla canlandıramayacaksınız.
Ve tam da böyle bir kadın başrolde. Göremeyişi onu delirme noktasına getirmiş. Kadının kafasında kurduklarını izliyoruz. Kocası yanında yatakta yatarken laptopla uğraştığında, kocasının bir kadınla yazıştığını kurguluyor kafasında. Göremeyişi şüpheleri beraberinde getiriyor.
Zor anlaşılan ama sıkmadan ilerleyen bir film. Anlatımı bir Mullholland Çıkmazı kadar karışık yapılmaya çalışılmış ama başarısız, kopuk bir anlatım olmuş. Filmin başındaki cinsellikle ilgili anlatımları körlük konusuyla bağdaştırmak zor. Başlarda ilginç bir film izlenimi verip merakla izlettirse de sonu o kadar basit, bunca karışık anlatım ne içindi yani dedirtecek şekilde bitiyor ki izlemesem de olurmuş dedirttiriyor. Çok boş vaktiniz varsa önerebilirim, ama onun dışında bana kalırsa vakit kaybı bir film.
İmdb Puanı: 7,6
Filmin öne çıkan repliği: "kimse, sorunlu bir insanla uzun vadede ilişki yaşamak istemez."
Oyuncular: Cecilia Roth, Marisa Paredes, Candela Peña, Antonia San Juan
Vizyon Yılı: 1999
FRAGMAN:
Annesiyle yalnız büyüyen çocukların, çocuğunu kaybetmiş annelerin ve travestilerin izlerken ağlayabileceği bir film Todo Sobre Mi Madre. Eşcinsel yönetmen Pedro Almodovar tarafından çekilmiş ve filmin sonunda söylediği üzere; oyunculuk yapan kadınlara, kadın kılığındaki erkeklere, anne olmak isteyen herkese ve Romy Schneider'a armağan edilmiş bir film.
Romy Schneider
Bilmeyenler için Romy Schneider: burda birkaç kelimeyle anlatılamayacak kadar uzun bir trajik yaşantısı olan, fakat kısaca oğlunu kaybettikten sonra hayata küsen döneminin çok ünlü bir oyuncusu olan bir annedir. Eski aşkı Alain Delon, Romy Schneider için şunları söylemiştir:“Aslında onun ölüm sebebi, kırık kalbidir. Romy’nin ölümü, oğlu David’in ölümüyle başladı.” Romy Schneider hakkında daha fazla bilgi merak edenlere "Aktrisin İkili Hayatı" kitabını öneririm.
Filme dönecek olursak filmde de oğlunu kaybeden bir annenin dramı var. Ve yine annesiyle yalnız yaşayan bir çocuğun hayatı dramatik bir şekilde gösterilmiş. Bu temayı Xavier Dolan da uygulamıştı. Sanırım eşcinsel yönetmenlerin ilgisini çeken bir tema annesiyle yalnız yaşayan erkekler. Oldukça da vurucu bir
tema dram filmleri için. Özellikle annesiyle yaşayan bir gençseniz
etkilenmemeniz duygulanmamanız elde değil.
Filmdeki çocuk Esteban, yazar olmak isteyen, babasının bir resmini bile görmeden annesiyle yalnız büyümüş bir genç adam. Annesi için bir yarışmaya katılmayı planlıyor, annesinin içinde geçtiği yazılar yazıyor. Sürekli küçük küçük notlar alıyor defterine: "Yarın 17 yaşıma giriyorum, ama daha büyük görünüyorum. Annesiyle yaşayan erkeklerin farklı bir yüzü vardır. Bir entelektüel ya da yazar suratı. Benimki normal, çünkü ben de bir yazarım." "Annem dün gece bana bir fotoğraf verdi, yarısı yoktu. Söylemek istemedim ama benim hayatımın da yarısı yok."
Esteban ve Annesi
Filmin bir yarısından sonra annenin dramı başlıyor:
"17 yıl önce de bu trende gidiyordum ama tersi yönde, barcelona'dan madrid'e doğru. yine kaçıyordum, ama o zaman yalnız değildim, içimde esteban vardı. o zaman babasından kaçmıştım. oysa şimdi babasını aramaya gidiyorum..."
Oğlunu hatırlayışları, oğlunun yazdığı notları okuyuşları, oğlunun babasını arayışı, oğlunun hayran olduğu her zaman oğluyla izlediği tiyatro oyununu tek izlediği halde yanındaki koltuğu da satın almış yan koltuğu boş şekilde oyunu izleyişi, oğlunun hayranı olduğu tiyatro sanatçısıyla tanışması ve ardından gelen olaylar hepsi duygusallaştırsa da filmde komedi unsurları da bulunuyor. Agrado isimli neşeli bir travestinin sahneleriyle filmde güldüren unsurlar da var.
Agrodo'dan bir replik: “Farklı olmak kolay iş değil. Bu işlerde kararlı davranmak gerek. Çünkü insan ne kadar farklı olursa hayalindeki kendine o kadar çok yaklaşır.”
Filmdeki oyunculuklar hayranlık uyandırıcı. Cecila Roth ve Melisa Paredes tiyatrocu edasıyla oynuyor, zaten filmde sık sık tiyatro oyunu sahneleri var.
Filmden, bir tiyatro sahnesi.
Bir dram filminde müziklerin de ne kadar önemli olduğunu gösteriyor film. Sırf müzikleri bile duygulandırmaya yetiyor. Filmin müzikleri Alberto Iglesias imzalı:
Filmin Öne Çıkan Repliği:
" Yazmaya başladığımda 8 yaşındaydım. O zamanlar hayatımın asil ve asla sona ermeyen bir aşkla bağlanacağını bilemezdim. Tanrı insana bir yetenek armağan ettiğinde yanında kırbacını da verir. Kendini ifade etmen için bu kırbaca ihtiyacın var. "
İki oyuncuyla tek bir evin içinde geçen bir zeka oyunu bir satranç bir bilmece gibi bir film Sleuth. Bir tiyatro oyunundan uyarlama. İlk olarak 1972'de çekilmiş, Türkiye'de Kanlı Şaka adıyla gösterilmiş. 2007'de ise Sleuth olarak tekrar yenilenmiş film. İzlemesi oldukça keyifli, sıkmıyor, merak uyandırıyor. Oldukça zeki iki adamın zekadan etkilenen bir kadın için zekalarını yarıştırarak oyun oynamalarını izliyoruz. Güzellikden çok zekadan etkilenen biriyseniz film kesinlikle size göre.
Film oldukça etkileyici bir müzikle, piyano sesleriyle başlıyor. Andrew seri katillerle sapkınlarla ilgili romanlar yazmış çok ünlü çok zengin orta yaşın üstünde bir yazar. Andrew'in karısı Maggie'nin Andrew'i aldattığı genç İtalyan Milo, Andrew'in evine geliyor. Aralarında ilginç bir tanışma diyaloğu geçiyor. Daha filmin başından Andrew'in ilginç bir zekaya sahip olduğunu fark ediyorsunuz. Hem dahi hem mizahı bir konuşma tarzı var. Aralarında geçen Andrew'in zekice atışmalarının olduğu diyalogdan sonra Milo sadede gelelim diyor, Maggie ile ne zaman boşanacaksın? Andrewle aralarında yine birkaç ilginç diyalog geçiyor ki zaten film diyaloglar üzerine kurulu bir film:
"-Durum şu ki, karım parayı su gibi harcar. Yani dikkatli olmazsan, elinde ne var ne yok tüketir. Lüks için doğmuş. Jamaika, Ritz, İsviçre Alpleri. Sen nesin? İşsiz bir aktör, part-time şoför. Boyundan büyük bir işe girdin, koca oğlan. Başarısız olmaya mahkumsun. Şimdi meteliksiz olduğunu düşünüyorsan seninle işi bittiği zaman bunun on katı meteliksiz olacaksın. Canına okuyacak.
- Bana aşık.
- Asla aşka güvenme dostum. Aşk ilk fırsatta kıçına tekmeyi basacaktır. Bir an bakarsın aşktır, on dakika sonra, nefrettir. "
Ve Andrew Milo'ya bir şey teklif ediyor ve olaylar, filmin zekice kurgusu, şaşırtmalı oyunlar başlıyor. Andrew Milo'ya teklif ettiği şeyle karısını kaybettiği adamı karşısında küçük ve güçsüz düşürmenin verdiği keyfi yaşıyor:
"Karının aşığının, önünde titreyen dehşete düşmüş bir enkaza dönüşünü görmek güzel bir şey..."
Yaşadıkları zeka gösterisi oyundan bahsedip spoiler vermek istemiyorum ama gerçekten izlemesi çok keyifli, etkileyici bir zeka gösterisi. Milo yeri geliyor küçülen taraf oluyor itiraf ediyor: "Maggie sana saygı duyuyor. Senin zekana hayranlık duyuyor. Zekan onu heyecanlandırıyor. Zekan karını seksi olarak heyecanlandırıyor." Yeri geliyor kozları eline alıyor, başaramasa da acıtıcı konuşmaya çalışıyor; Andrew kendisini karısının ona nasıl anlattığını sorduğunda Milo'nun: " Mesafeli. Soğuk. Art niyetli. Kindar. Kibirli. Merhametsiz. Kıskanç. Paranoyak. Suça meyilli. Akıl sağlığı yerinde olmayan." diye cevap vermesi üzerine, Andrew'in "doğruu, bu benim" demesi oldukça komikti.
Film boyunca oyunun nasıl devam ettiğini ve Andrew'in karısını kazananın kim olduğunu görmenizi filmi izlemenize bırakıyorum...
Filmin etkileyici müziklerinden biri eşliğinde filmdeki diyalogların tarzını anlamak için filmdeki birkaç konuşmayı duymak isterseniz video linki:
Filmin Öne Çıkan Repliği: Zekamdan hoşlanmana memnun oldum. Çok fazla kişi zekamdan hoşlanmaz. Bir çok kişi vücudumdan hoşlanır. Ama zekamdan hoşlanan biri aklıma gelmiyor. Bu seni eşsiz yapıyor. Ama yine de, ne derler bilirsin. Zeka vücutdur.
Oyuncular: Xavier Dolan, Anne Dorval, François Arnaud, Suzanne Clement
Vizyon Tarihi: 2009 (Avrupa), 2010 (Türkiye)
"Biz annemizi tanımadan sevdik. Son bir hoşçakaldan sonra, sevginin ne kadar derin olduğunu anladık."
Guy de Maupassant'ün bu sözleriyle başlıyor film, Cannes Film Festivali ödüllü. Eşcinsel bir genç başrolde (Hubert) ve başrolü yine hakkını vererek Xavier Dolan'ın kendisi oynuyor. Filmlerinin başrolüne çok yakışıyor Xavier, oyunculuğu da senaristliği, yönetmenliği kadar iyi. Kesinlikle sanat yapıyor. J'ai tue ma mere izlerken ve izledikten sonra bir sanat eserini yaşamış hissi bırakıyor geride. Müzikleri de duygusal yoğunluğa sokacak kadar başarılı.
Çoğu genç kendi annesiyle olan ilişkisinden bir şeyler bulabilir ve duygulanabilir bu filmde. Özellikle annesiyle yalnız yaşayan gençler. Çünkü Hubert annesi babası ayrı annesiyle yaşayan bir genç adam rolünde. Filmin başlarında Hubert'in annesi sürekli kıyaslamalar yapıyor, başka gençlerle Hubert arasında. "Kimsenin annesi bunu yapmaz" diyerek söylenen mutsuz bir tavrı var.
Anne olarak zaten yapması gerekenleri fazladan iyilik olarak gören ve bunları diğer gençlerle kıyaslamalarla dile getiren bir anne. Zaten Hubert kendini kameraya kaydettiği sahnelerden birinde şunları söylüyor:
"
İstenmedim. Beni bir yük olarak gördü ve bir anne olarak yetersizdi. Evliydi ve bir çocuğa sahip oldu, çünkü herkes bunu bekledi. Herkesin kadınlardan beklediği gibi. "
Film boyunca Xavier'ın profesyonel yönetmenliğiyle anlatımıyla fark ediyorsunuz ki anne ile çocuk arasındaki ilişki kesinlikle bir aşk. Aşktan farksız. Hubert annesiyle anlaşamıyor, sürekli tartışıyor hatta bazen sinirli olduğu anlarda annesini sevmediğini düşünüyor ya da annesinin kendisini sevmediğini ama kopamıyor da annesinden, bir gün gelip sarılıp ağlıyor, seni seviyorum diyor defalarca annesine. "Onu sevdiğim doğru ama bu bir evladın sevgisi değil. Bu çılgınca eğer biri onu incitirse, o insanı öldürebilirim. Kesinlikle."ve yine kendini kameraya çektiği bir gün bunları söylüyor.
Aşkta da anlaşamasan da, tartışsan da kopamadığın bir bağ vardır. Anne ile olan ilişkide de anneye karşı sevgide de bunun farksız olduğunu fark ettirmiş Xavier. Filmde hayali bir sahnede Hubert'ın annesi gelinlik giymiş ve Hubert'dan kaçıyor bazen elini tutuyor sonra yine kaçıyor Hubert kovalıyor. Anneye olan sevginin aşktan farksız olduğu bu sahneden daha iyi fark ettirilemezdi, müthiş bir yönetmenlik.
Anne tarafından da bakabilmemizi sağlamış bir film, tek başına çocuğunu büyüten bir anne var. Yatılı okuldan çocuğunun kaçışı için okul müdürü tarafından neden evlenmiyorsunuz, başında bir baba olması daha iyi olur gibisinden iğnelenerek konuşulan nasıl anne olması gerektiği söylenen bir anne. Oğlunun eşcinsel olduğunu başkasından öğrendiğinde yıkılırcasına üzülerek dertleşiyor arkadaşıyla:
"Neden Hubert'in garip olduğunu anladım. Titanic gösterime girdiğinde Leonardo'ya takıntılı hale geldi. Ona ingilizce bir mektup yolladı. Çok hoş..." Yine de belli etmiyor uzun bir süre oğluna, bunu öğrendiğini. Hubert onu anneliğini anlamıyorum diye suçladığında da " Asla anlayamacaksın çünkü çocuğun olmayacak" diye eşcinsel olduğunu bildiğini belli ettiğinde de fazladan tek tepkisi bunu Hubert'ın kendisinin söylemediğine başkasından duyduğuna kırıldığı oluyor. Filmde daha anlatılamayacak kadar çok detay ve etkileyici replik var. Hubert'ın yatılı okula gönderdiği için annesine sitemle "Ben bugün ölsem ne yapacaksın?" diye sorması ve annesinin Hubert gittikten sonra "Yarın öleceğim" diye cevap vermesi. Oldukça duygu yoğunluğu yaşatacak bir film. Her anne ve çocuğun izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Hubert ve sevgilisinin sevişme sahnesinden bile sanatsallık akıyor. Sanat aşığı insanları kesinlikle etkileyecek bir sahne. Resim yaparken boyalı vücutlarla sevişmeye başladıkları sahne:
Hubert'ın öğretmeniyle olan arkadaşlığı da filmde güzel bir ara konuydu. Hubert'a okumasını söylediği kitaptaki sözler çok etkileyiciydi:
Annesi itiraf etmeliyim ki
Aldatıcı dünya
Ve kırılgan sandalım yolundan saptı…
Ve tüm mutluluğumu anne şefkatine borçluyum.
İmdb Puanı: 7,4
Filmin Öne Çıkan Repliği:
"Bu hayatta sadece kendi içindeki düşman ölüdür. Onu dizginleyen tek şey sanattır. İyi sanatçılar mıyız?''
Dexter dizisinde Debra Morgan rolüyle ünlenen Jennifer Carpenter, Dexter'ın bitişinden 1 yıl sonra ekranlara dönüyor. Jennifer, USA Network'ün komedi drama türündeki dizisi Stanistan'da bakanlıkta çalışan medya ve toplumsal sorunlarla ilgilenen "Marcie Post" karakteri ile dizide yer alacak. Dizi, bir Orta Doğu ülkesi olan Stanistan’da Amerikan bölgesinde görev yapan dış işleri bakanlığı çalışanları, CIA ve gazeteciler arasında bölgede gelişecek olayları konu alıyor.
Debra Morgan adeta bir kahraman haline gelmişti, Jennifer Carpenter'ı Debra Morgan olarak benimseyen bir Dexter seyirci kitlesi var. Yeni rolünün hayal kırıklığına uğratıp uğratmayacağını Debra Morgan rolünün ününü aşabilip aşamayacağını izleyip göreceğiz...
Brad Pitt eşi Angelina Jolie'nin aksine kendini ekranlardan uzak tutmadan oyunculuğa devam ediyor, Angelina 2011 yılından beri bu yıl Maleficent'a kadar 3 yıldır hiçbir filmde rol almamıştı, Brad Pitt ise 2013de bir yılda 3 filmde rol aldı ve Fury ile kendisini sinemalarda özletmeden oyunculuğa devam ediyor.
Aksiyon, Dram, Savaş türündeki Fury'nin vizyon tarihi 24 Ekim olarak açıklandı. Film İkinci Dünya Savaşı'nın son aylarında geçiyor. Sony Pictures tarafından yazılmış bir senaryoya sahip. İngiliz Yapımı. Yönetmen ise David Ayer. Filmin Türkçe Vizyon İsmi "Hiddet" olacak.
The Walking Dead'den tanıdığımız Shane, gerçek adıyla Jon Bernthal de oyuncular arasında.